Yıldız Parkı

Beşiktaş ile Ortaköy arasındaki yamaçlara yayılmış olan 46.6 hektarlık alanı ile kent içinin en büyük korusudur. Tarihçi Hammer ilk Bizans kaynaklarında adı geçen defne ormanlarının ve mitolojik öykülerde Pan’ın Boğaziçi topoğrafyasında flütünü çaldığı yeşilliklerin burası olduğunu anlatır.

Bu koruluğun, Osmanlı tarihinde ilk adının geçişi Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) devrindedir. Daha sonra 1600’lü yılların başında “Kazancıoğlu Bahçesi” ismiyle anılan bu yer mîri (devlet) arazi içine alınmış ve IV. Murad (1623-1640) tarafından da kızı Kaya Sultan’a verilmiştir. Kaya Sultan’ın sahilde bir de sarayı vardı.

Koruluğun esas yıldızının parladığı devir III. Ahmet (1703-1736) zamanıdır. Padişah, mîri mal olan bu mülkünü Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın kardeşi Mehmet Paşa’ya ihsan etmiştir. O devirde burası “Çırağan” adıyla anılmaktadır. Lale devrinin masalımsı Çerağan eğlencelerinin bir kısmı burada, mavi denizin arkasındaki nefis nefti yeşilliklerin arasında tertip edilirmiş. III. Selim (1789-1807) güzelliğine hayran kaldığı bu koruya etrafı seyretmeye geldiğinde büyük bir sükun bulurmuş .Bu yüzden de burada annesi Mihrişah Valide Sultan için bir kasır yaptırmış ve ismini de “Yıldız” koymuştur. II. Mahmud (1808-1839) buraya küçük bir köşk daha ilave ederek çevresini düzenlemiştir.

Yeniçeri teşkilâtı kaldırıldıktan sonra kurulan Asâkir-i Mansûreyi Muhammediye’nin talimleri burada olurmuş ve padişah da bizzat kendisi onlara nezaret edermiş. Sultan Abdülmecid (1839-1861)’in annesi Bezm-i Âlem Sultan için burada “Kasr-ı dilküşad” adını verdiği bir kasır inşa ettirdiğini kayıtlardan öğreniyoruz. Abdülaziz ise (1861-1876) sahildeki Çırağan sarayını yaptırdıktan sonra kendisinin de hayran kaldığı bu koruluğu ana cadde üzerinde bir kısmı hala duran taş ve mermer işlemeli bir köprü ile saraya bağlamıştır. Onun döneminde “Mabeyn Bahçesi” adı ile anılan koruluğu sadece Padişah ve yakın çevresi kullanıyordu. II. Abdülhamit (1876-1909) tahta çıktıktan sonra Yıldız Sarayına yerleşince buraya yeni köşkler (Malta Köşkü, Çadır Köşkü, Şale, Kaskat köşkü, Limonluk köşkü, Set köşkü, Cihannüma Köşkü ve Saray Tiyatrosu v.b) yaptırttı ve çevredeki arsaları da koruluğa katarak Ortaköy’e doğru burasını daha da büyütüp ağaçlandırdı. Deniz kenarındaki yoldan itibaren koruluğu tepedeki yeni sarayına (Yıldız) bağlatıp etrafını da yüksekduvarlarla çevirtti. Yerli-yabancı birçok uzmanı mimar, bahçıvan gibi buraya getirerek büyük paralar harcadığını kendi hatıra defterinde “koruluğun her metrekaresine altın döküldüğünü” yazar.

Koruya, Koltuk, Saltanat, Valide ve Mecidiye isimli kapılardan girilmekte idi. Bunlardan “Saltanat Kapısı” sadece padişah için açılır, günlük giriş-çıkışlar ise “Koltuk Kapısı”ndan yapılırdı. 1890/91 yıllarında ise korunun içine bir çini fabrikası kurulmuştur. “Yıldız Porselen” adını taşıyan bu fabrika halen faaliyette olup, antik tarzda kâse, tabak ve vazo imal etmektedir.

II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra koruluk ve içindeki binalar adeta terk edildi, bu devredeki savaşların getirdiği mali çöküntü buraya para harcanmasına mani olduğundan kısa sürede koruluk bir cangıla dönüşmeye ve köşkler de yıpranmaya başladı.

Cumhuriyetin ilanından sonra burada yeni bir reorganizasyon başladı. İlk önce 1925 de bir İtalyan işletmeciye verilen ve bir casino olarak kullanılan Şale köşkü Atatürk’ün emriyle bu işletmeciden alınarak boşaltıldı, böylece bu yanlış ve tehlikeli kullanım ortadan kaldırıldı. 1930’larda Yıldız Sarayı kompleksi üçe bölündü. Tepe kısmındaki yapılar Harp Akademisi’ne (1978’de akademinin buradan çıkmasıyla Kültür Bakanlığı’na bağlandı), Şale Köşkü Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na, koruluk ile içindeki Malta ve Çadır köşkleri de İstanbul Belediyesine verildi. Bu anlaşma 1940 yılında İstanbul Vali ve Belediye Başkanı olan Dr.Lütfü Kırdar ile Maliye Bakanı arasında imzalanan bir protokolla gerçekleşti. Bu tarihten itibaren de bu koruluk “Yıldız Parkı” adı ile isimlendirildi.

II. Dünya Savaşı ve onu izleyen yıllarda burası ile devrin mali koşullarından ötürü ilgilenilemedi. 1960-70’li yıllarda ise tam bir cangıla dönüşerek berduşların ve kötü niyetli kişilerin adeta mekânı oldu. Korunun yıldızının tekrar parlaması 1979’da Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Genel Müdürü Çelik Gülersoy ile

İstanbul Belediye Başkanı Aytekin Kotil’in imzaladığı protokolla başlar. Buna göre Kurum parkın içindeki yıkılmaya yüz tutmuş köşkleri onaracak, parkın bakımını da üslenecektir.

Çelik Gülersoy 1979’dan itibaren geçen 15 yıl içinde 550 dönümlük bu koruluğu, büyük bir bahçıvan kadrosu ile temizletip, aradaki yolları parke ve özel olarak Kandıra’dan getirttiği yaprak taşlarla döşetmiş, insanların aileleri ile birlikte şehir içinde nefes alabilecekleri bir konuma getirmiştir. Bu arada Malta ve Çadır Köşkleri de bir restoratör mimar-mühendis-dekoratör kadrosu ile onarılmış ve içleri bizzat Çelik Gülersoy’un seçtiği nadide antika halılar, Blüthner marka orijinal bir piyano, kristal avizeler ve tablolarla döşenmiştir. Koruluğun ana yollarına motorlu araç girişi kaldırılmış ve üst taraftaki kapının yanına büyük bir otopark yaptırılmıştı. Parka gelen ziyaretçi, arabasını buradaki otoparka bir ücret ödemeden bırakıyor ve parktan tercihine göre yararlanıyordu. İsterse köşklerde oturuyor, maddi durumu kısıtlı olanlar için de koruluğun içindeki küçük çay bahçeleri ve banklar hizmet veriyordu.

Bu dönemde yürüyüş yolları üzerine eski tipte döküm fenerleri dikilmiş, ağaçlar kendilerini boğan vahşi sarmaşıklardan temizlenmiş, yeni fidanlar dikilerek zeminleri çimle kaplanmış ve bazı köşelere de havuzlar yapılmıştır. İçerisinde Tanzimat Müzesinin bulunduğu Çadır Köşkü de onarılmış ve bahçesine ve önündeki suni göldeki adaya tarihi tipte kır kahvesi yapılmıştır. Kurum buraya el attığı zaman bu suni göl adeta bir bataklık halinde idi, büyük uğraşlar sonucu dibindeki çamur tabakası temizlenmiş ve suyu berraklaştırıldıktan sonra içerisine parlak günlerinde olduğu gibi ördek ve kazlar konulmuş,adayı karaya bağlayan köprü de aslına uygun olarak onarılıp orijinaline benzeyen korkuluklar yapılmıştı. Çevresi de yoğun bir biçimde çiçeklendirilmiştir. 1994’ e kadar geçen bu dönemden sonra İstanbul BelediyesiÇelik Gülersoy ile yapılan sözleşmeye dayalı olan kira mukavelesini yenilememiş koru ve köşklerin kullanımı İstanbul Belediyesine geçmiştir.

Koruda, çoğunluğu yabancı kaynaklı ,egzotik 120 den fazla ağaç ve çalı türü bulunmaktadır. Aralarında 400 yıllık olanlarla beraber üç tane de nadir bulunan Sekoya vardır. İğne yapraklılardan çamlar, sedirler, göknar ve ladinlerin yanı sıra dişbudak, porsuk, ardıç, akçaağaç, meşe, yalancı akasya, sofora, at kestanesi menengiç, Çin Şemsiye ağacı, Amerikan Lale ağacı, acemdutu, sabunağacı, kaymakağacı, oyaağacı ve bunun gibi birçok tipte ağaç koruyu doldurmaktadır.

Diğer Benzer Yazılar:


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir